Güzel Dinimiz İslamiyet

Sultân-ı Eshiyâ, Hazret-i Aliyyül Mürtedâ

Hazret-i Aliyyül Mürtedâ “kerremallahü vecheh”, Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, (Fakîrlik ile öğünürüm!) buyurduklarını işitdikden sonra, dünyaya aslâ iltifât etmedi. Meselâ, mübârek eline bin altın geçse, bir dânesi ertesi güne kalsın, demezdi. O gün hepsini fakîrlere dağıtırdı. Hazret-i Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazret-i Alîye “kerremallahü vecheh” “Sultân-ı Eshiyâ: Cömerdlerin sultânı” buyururlar idi.

Bir gün hazret-i Alî eve geldiğinde, “Yâ Fâtıma-tüz-zehrâ, yâ Hayrünnisâ! Hiç zevcin ve helâlin için yiyecek bir nesne var mıdır? Zîrâ çok acıkdım” dedi. Hazret-i Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdular ki, “Yâ Ebel-Hasen! O Allahü tebâreke ve teâlâ hakkı için ki, şu ânda yiyecek hiçbir şey yokdur. Lâkin mendil ucunda bağlı altı akçe vardır. O akçeleri alıp, pazara gidip hem kendiniz için bir nesnecik alınız. Hem de Hasen ve Hüseyn meyve istemişlerdi. Onlar için de bir miktar meyve alınız” dedi.

Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” o altı akçeyi alıp, pazara gitdi. Yolda giderken, bir kimse gördü. Bir müslümanın elinden tutup, “Artık seni bırakmam, katlanmağa dermânım kalmadı. Yâ hakkımı ver. Yâ gel senin ile mahkemeye gidelim” diyordu. O dertli adam ise, durmadan, “Bir kaç gün daha lutf edip, bana mühlet ver” diye yalvarıyordu. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bunların çekişmelerini görünce, yanlarına varıp, süâl buyurdular ki, “Davanız kaç akçedir?” Dediler ki, “Altı akçedir.” Hazret-i Alî kendi kendine dedi ki, bu müslümanı bu elemden kurtarayım. Nihâyet, hazret-i Fâtıma’ya bir yol ile cevâb veririm. O altı akçeyi verip, o müslümanı ızdırâbdan kurtardı.

Ondan sonra hazret-i Alî bir zaman ne cevâb vereyim diye tefekküre vardı. Bir miktar zaman üzüldüler. Sonra yine düşündü ki, hazret-i Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ” seyyidetün-nisâdır. Resûlullahın kızıdır. Ne diyecek, dedi. Eli boş saâdethânelerine gelip, kapıyı çaldı. Hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” koşarak gelip, zan etdiler ki babaları yemiş getirdi. Gördüler ki, boş geldi; bir nesne getirmedi. Ağlamağa başladılar. Sonra hazret-i Fâtıma’ya buyurdular ki, “Yâ Hayrünnisâ! O altı akçe ile bir müslümanı habsden kurtardım.” Hazret-i Fâtıma buyurdu ki, “Güzel yapdın, yâ İmâm. Elhamdülillah ki, bir müslümanı bunun gibi elemden kurtardın.” Böyle buyurmakla berâber, mübârek hâtırları bir miktar mahzûn olur gibi oldu. Bizim ihtiyâcımız çok idi. Niçin böyle yapdın diyecek iken, öyle demeyip, hemen Allahü teâlâ hazretleri bize kâfîdir, dedi. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazret-i Fâtımanın gamının olduğunu ve iki şehzâdenin ağladıklarını görünce; mübârek gönüllerine üzüntü gelip, bu elem ile dışarı çıkdı.

Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûrlarına varıp, cemâl-i şerîflerini müşâhede ederek, bu gamdan kurtulayım niyyeti ile gitdi. Zîrâ bir kimsenin yüzbin gamı olsa, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mübârek cemâline nazar eylese [baksa], bütün gamı ve gussası gitdikden başka, kalbine birçok sürûrlar ve safâlar hâsıl olurdu. Onun için hazret-i Alî, Sultânı kâinât “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mübârek ayaklarına yüz sürmeğe gitdi. Biraz gitdikden sonra, yolda bir kişiye rast geldi. Elinde bir besili deve tutar idi. Hazret-i Alîye dedi ki, ey yiğit, bu deveyi satarım, alır mısın. Hazret-i Alî buyurdu ki, “Hâzır akçem yokdur.” O şahıs dedi ki, “Sana veresiye veririm.” Hazret-i Alî, “Ne kadara verirsin?” Dedi ki, “Yüz akçeye veririm.” Hazret-i Alî, “Makbûlümdür, aldım.” O da râzı olup, öyle olsun dedi. Deveyi hazret-i Alîye teslîm eyledi. Hazret-i Alî, deveyi eline alıp, biraz gitdikden sonra bir başka şahsa daha rast geldi. Dedi ki, “yâ Alî, bu deveyi satar mısın?” Hazret-i Alî, “Evet satarım” dedi. O şahs, “Üç yüz akçeye bana verir misin?” “Hemen verdim” dedi. Deveyi o şahsa teslîm eyledi. O şahıs da üçyüz akçeyi hazret-i Alîye tamamen verip, deveyi alıp-gitdi.

Hazret-i Alî de sevinip, doğru pazara gitdi. Yiyecekler ve yemişler alıp, saâdethânelerine vardı. Kapıyı açıp, içeri girdiğinde şehzâdeler sevinip, yemişi ve ni’metleri aldılar. Yemeğe başladılar. Hazret-i Fâtıma-tüz-zehrâ “radıyallahü teâlâ anhâ”, hazret-i Alîye “Bu akçeyi nereden aldın?” diye sordu. Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” meydana gelen hâdiseyi anlatdı. Ondan sonra yemeği yiyip, neş’elendiler. Sonra, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerine hamd ve senâ ve şükretdiler.

Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh”, “Yâ Hayrünnisâ! Şimdi ben, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” meclisine gideyim” dedi. Saâdet ile kalkıp, devlethâneden dışarı çıkdı. Biraz gitmişdi ki, karşıdan Fahr-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” göründü. Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretleri ile otururken buyurmuşdu ki, “Varayım, Alî ile Fâtıma’yı göreyim.” Saâdet ile kalkıp, gelirken, hazret-i Alî ile karşılaşıp, tebessüm ederek, buyurdular ki,

“Yâ Alî! Deveyi kimden satın aldın. Kime satdın.” Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” arz etti ki, “Allahü teâlâ ve Resûlü bilir.” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, “Yâ Alî! Sana deveyi satan Cebrâîl aleyhisselâm idi. Satın alan İsrâfîl aleyhisselâm idi. O deve Cennet develerinden idi. Yâ Alî! Sen o müslümanın sıkıntısını giderdiğin için, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri dünyada yerine elli hasene verdi. Âhiretde vereceğinin hesâbını Allahü teâlâ hazretlerinden gayri kimse bilmez.”

Bizimle iletişim geçin.

İletişim

Hanımlara Rehber Bilgiler

     Görüş ve önerileriniz bizim için değerlidir! Amacımız size her zaman daha iyi hizmet verebilmektir.

     Bizimle paylaşmak istediğiniz görüş, öneri ya da şikayetiniz varsa ilgili "İletişim Formu"nu doldurarak bize iletebilirsiniz. Bildiriminizi en kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.

Takip Edin!

Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilir ve e-posta yolu ile iletişime geçebilirsiniz.

İletişim Formu